KEZBAN SELÇUK “MUTLULUK” ÜZERİNİZE KONACAK BİR KELEBEKTİR

(İHA) - İhlas Haber Ajansı | 08.08.2022 - 09:46, Güncelleme: 08.08.2022 - 09:46
 

KEZBAN SELÇUK “MUTLULUK” ÜZERİNİZE KONACAK BİR KELEBEKTİR

Evet, değerli okurlar bugün köşemize çok önemli bir konuyu taşıyacağız. Bir çoğumuzun kaybetmeye başladığı bir duygu “Mutluluk” bugün ki köşe yazımızın konusu… "Mutluluk aklın değil hayalin bir idealidir. Immanuel Kant, Hayat zevkler doğrultusunda değil ihtiyaçlar doğrultusunda ilerler. Boswell's Life of Johnson" Kelime anlamıyla mutluluk; bütün özlem duyulan, arzulanan, gerçekleşmesi istenen eylem, durum veya fiilin karşılanmasıyla oluşan duygusal doyumu ifade etmektedir. Peki, kaçımız yukarıda saydıklarıma sahibiz, kaçımız gerçekten mutluyuz ve gerçekten mutluluk ulaşılması zor bir duygu mu? Hayattan beklentilerimizle ters orantılı bir kavram mutluluk bana göre… Beklentiler azaldıkça mutluluk çoğalıyor. Günümüzde, çağa ayak uyduran insan, “mutlu” çağı yakalayamayanlar ise, hem kendileriyle hem de çevreleriyle çatışmaktan dolayı sürekli "mutsuz". Eskiden köyde yaşayan ve ömrünü 20 kilometrekarelik alanda geçiren insan , şuan şehir hayatında kaybolana göre bu nedenle daha mutluydu … İşte o yüzdendir ki büyüklerimizin diline pelesenk olmuş bir kelimedir “Bizim zamanımızda”. Çünkü onların zamanında hayat bu denli aşılması zor ve acımasız değildi. "Azıcık aşım kaygısız başım” deyiminin de kökeni bu yüzden eskiye dayanmaktadır. Var olanla yetinmeyi bildik pek çoğumuz ,bazılarımız bir elmayı paylaştı , üçe dörde bölüp yedi .Savrukluk, savurganlık ,israf ,aç gözlülük bu denli yaygın değildi .İnsan oğlu böylesine doyumsuz , böylesine maymun iştahlı değildi eskiden. O yüzden mutluluk tam anlamıyla yerini bulan bir kavramdı. İnsanoğlunun gelişim sürecine baktığımızda eskiye nazaran çok daha fazla çalıştığımızı, daha fazla şeye sahip olduğumuzu ama buna rağmen daha güvensiz ve daha mutsuz olduğumuzu görmek hiç de zor olmasa gerek. Her şey için dört bir yanımızda kurslar açılıyor, kitaplar yazılıyor, mutlu olmanın on yolu, huzuru yakalamanın sırları, insanları etkilemenin prensipleri, bilmem kaç zamanda bir milyon dolar kazanmanın yöntemi… Her şeyin öğrenilecek bir şey olduğunu ve bunu başarabileceğimizi söyleyen bir sürü insan. Ya düşünsenize sizi yaşamdan bu denli uzaklaşmış, bu denli mutsuz görmüş olacaklar ki, yaşam koçluğu diye bir meslek oluştu. (Yaşam Koçluğu: danışan kişinin potansiyelinin en üst limitlerine çıkmasını ve yaşam hedeflerine ulaşmasını sağlayan profesyonel bir rehberlik sistemidir.) Herkes size nasıl mutlu, zengin ya da popüler olacağınızı öğretmeye çalışıyor. Buda ‘’Acının kaynağı istemektir’’ der. İstedikçe ve sahip olamadıkça mutsuzluğa sürükleniriz. Bazı maddi şeylere sahip olmanın ya da bilgiye ulaşmanın peşinde koşarken biz, yaşamın bilgeliğini kaçırır olduk. Mutluluğun kriteri yüksek maaşlar, marka kıyafetler, sosyal paylaşım sitelerindeki arkadaş sayılarımız oldu. Herkes daha fazlasına sahip olmak için gece gündüz çalışıyor. Denize sıfır bir yazlık, daha yüksek model bir araba ve daha fazla beğenilmek için durmadan çabalıyor insanoğlu. Zengin ya da popüler olunca mutlu olacağımızı düşüyoruz. 10 tane eviniz olsa birinde oturabilir, 5 tane yazlığınız olsa birine gidebilir 20 tane arabanız olsa, aynı anda sadece birine binebilirsiniz aksini yapabilen varsa alnından öpeceğim. Ünlü düşünür Montaigne’nin dediği gibi ‘’Dünyanın en büyük tahtına dahi otursanız, oturduğunuz şey en nihayetinde kendi kıçınızdır’’. Materyalist bir yaşam tüm bedenimizi ve ruhumuzu ele geçirmiş durumda. Bir yıl boyunca deliler gibi çalışmamızda ki hedef her şey dahil bir otel. Tüm yaşamla ilgili beklentimiz müstakil bir ev, iyi marka bir araba, yüksek maaş getirisi olan bir iş. Hedeflerimiz bunların arasında sıkışıp kaldı. Özenti hayatlar yaşamaya başladık. ”Komşuda pişer bize de düşer” atasözü yerini komşu da var bende niye daha iyisi olmasına bıraktı . Bu hedeflere ulaşabilmek için hayat telaşesinde bir oradan bir buraya savrulup duruyoruz. Mutluluğu hep dışarıda, hep başkalarının hayatlarında aramak yerine kendi iç dünyamıza bakmayı denemiyoruz bir türlü. Gittikçe yalnızlaşıyoruz. Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız ve büyük olasılıkla hiç bir zaman bir araya gelmeyeceğimiz insanlarla sohbet edip mutlu olmaya çalışırken, yanı başımızdakileri görmemezlikten geliyoruz Tuz, şeker istemek, sabah kahvesine davet etmek için çaldığımız komşu kapılarını şimdilerde sadece ya şikayet ya da başsağlığı taziyesi için çalar olduk. Hani nerede giderayak kapının önünde yaptığımız uzun ve bir türlü bitmek bilmeyen kapı sohbetleri, hani nerede düğün yapacak komşusunun telaşını paylaşanlar ,hani nerede komşusu açken tok uyuyamayanlar .Hepsi eskilerde kaldı ve bir zaman gelecek bunlar artık sadece hikaye ve kitaplarda yer alacak . Yakınlaştığımız şey ruhlar değil yalnızca bendenler. Herkes yaralarını saklıyor çünkü eskisi kadar güvenemiyoruz kimseye. Sanki derdimizi anlatınca zayıf görüneceğiz ve bu durumumuzdan yararlanacaklarmış gibi geliyor ki öyle de oluyor maalesef. Çünkü hiçbirimiz eski biz değiliz. Hayatı karmaşık yapan da biziz, belirsizleştiren bu nedenle de bir boşlukta savrulurken yalnızlaşıp mutsuz kalan da yine biziz. Hatırlar mısınız bundan önceki makalelerimden birinde size Maslow’un ‘’ihtiyaçlar hiyerarşisi’’nden bahsetmiştim. Sağlıklı insanın 4 temel ihtiyacı vardır; birinci basamakta yeme-içme ve cinsellik, ikinci basamakta barınma ve güvende olma, üçüncü basamakta sevme-sevilme, ait olma ve dördüncü basamakta toplum tarafından onaylanma-beğenilme ihtiyacı. Bakıldığında herkes bunlara sahip olmak için çabalıyor gibi görünse de ölçüyü kaçırınca sorunlar baş gösteriyor. Aşırı yemek takıntısı obeziteye, ev sahibi olma takıntısı yaşamı erteleyip işkolik olmaya, sevilme ihtiyacının saptırılması, ilişki bağımlılığına ya da çorap değiştirir gibi sevgili değiştirmeye, sosyal beğeni isteğinin abartılması bizi olmadığımız gibi biri olmaya sürüklüyor. Bir insan hayatının ortalama 75 yıl sürdüğünü düşünürsek ,16 sına kadar ergenlik ,16'sından 45 ‘ine kadar olgunluk ,45 sonrası yaşlılık bir bakıyorsunuz ömür dediğiniz şey gelip geçmiş. Eeee.. Ne var elinizde, neyi dolu dolu yaşadınız ,yada o bin bir zorluğuna katlandığınız hayat size ne gibi mucizeler sundu .Onlarca yıl birikim yaparak ,kredi ödeyerek ,dişinizi tırnağınıza katıp çalışarak aldığınız evin sefasını ne kadar sürdünüz .Son model arabanızı vergisini ödeyip deposunu doldurayım derken ne kadar kullanabildiniz. Kilometresi artmasın diye gitmek istediğiniz ama bir türlü güdemediğiniz birçok yerden feragat etmenize değdi mi? Ömrümüzün büyük bir kısmını hırslarımızla, geçmişin hayal kırıklıklarıyla, geleceğin kaygılarıyla harcamamak gerek. Dediğim gibi hayat 3 parça ve en işe yarar parçasını nasıl yaşayacağınızı iyi düşünmek gerek. Boşa geçen bir ömrün; orta yaş bunalımları, başkalarını suçlamalar ve pişmanlıklarla geçmesini istemiyorsak belki de oturup hayatımızı yeniden gözden geçirmenin tam zamanıdır. Mutsuzluk, hayatı değersiz görenlerin, onu güzelleştirmek için hiç bir şey yapmayanların ödemek zorunda olduğu ağır bir bedeldir. Mutluluk ise, Nathaniel Hawthorne'un söylediği gibi; "Kovaladığınızda yakalayamayacağımız fakat sessizce oturursanız üzerinize konabilecek bir kelebektir." KEZBAN SELÇUK
Evet, değerli okurlar bugün köşemize çok önemli bir konuyu taşıyacağız. Bir çoğumuzun kaybetmeye başladığı bir duygu “Mutluluk” bugün ki köşe yazımızın konusu… "Mutluluk aklın değil hayalin bir idealidir. Immanuel Kant, Hayat zevkler doğrultusunda değil ihtiyaçlar doğrultusunda ilerler. Boswell's Life of Johnson" Kelime anlamıyla mutluluk; bütün özlem duyulan, arzulanan, gerçekleşmesi istenen eylem, durum veya fiilin karşılanmasıyla oluşan duygusal doyumu ifade etmektedir. Peki, kaçımız yukarıda saydıklarıma sahibiz, kaçımız gerçekten mutluyuz ve gerçekten mutluluk ulaşılması zor bir duygu mu? Hayattan beklentilerimizle ters orantılı bir kavram mutluluk bana göre… Beklentiler azaldıkça mutluluk çoğalıyor. Günümüzde, çağa ayak uyduran insan, “mutlu” çağı yakalayamayanlar ise, hem kendileriyle hem de çevreleriyle çatışmaktan dolayı sürekli "mutsuz". Eskiden köyde yaşayan ve ömrünü 20 kilometrekarelik alanda geçiren insan , şuan şehir hayatında kaybolana göre bu nedenle daha mutluydu … İşte o yüzdendir ki büyüklerimizin diline pelesenk olmuş bir kelimedir “Bizim zamanımızda”. Çünkü onların zamanında hayat bu denli aşılması zor ve acımasız değildi. "Azıcık aşım kaygısız başım” deyiminin de kökeni bu yüzden eskiye dayanmaktadır. Var olanla yetinmeyi bildik pek çoğumuz ,bazılarımız bir elmayı paylaştı , üçe dörde bölüp yedi .Savrukluk, savurganlık ,israf ,aç gözlülük bu denli yaygın değildi .İnsan oğlu böylesine doyumsuz , böylesine maymun iştahlı değildi eskiden. O yüzden mutluluk tam anlamıyla yerini bulan bir kavramdı. İnsanoğlunun gelişim sürecine baktığımızda eskiye nazaran çok daha fazla çalıştığımızı, daha fazla şeye sahip olduğumuzu ama buna rağmen daha güvensiz ve daha mutsuz olduğumuzu görmek hiç de zor olmasa gerek. Her şey için dört bir yanımızda kurslar açılıyor, kitaplar yazılıyor, mutlu olmanın on yolu, huzuru yakalamanın sırları, insanları etkilemenin prensipleri, bilmem kaç zamanda bir milyon dolar kazanmanın yöntemi… Her şeyin öğrenilecek bir şey olduğunu ve bunu başarabileceğimizi söyleyen bir sürü insan. Ya düşünsenize sizi yaşamdan bu denli uzaklaşmış, bu denli mutsuz görmüş olacaklar ki, yaşam koçluğu diye bir meslek oluştu. (Yaşam Koçluğu: danışan kişinin potansiyelinin en üst limitlerine çıkmasını ve yaşam hedeflerine ulaşmasını sağlayan profesyonel bir rehberlik sistemidir.) Herkes size nasıl mutlu, zengin ya da popüler olacağınızı öğretmeye çalışıyor. Buda ‘’Acının kaynağı istemektir’’ der. İstedikçe ve sahip olamadıkça mutsuzluğa sürükleniriz. Bazı maddi şeylere sahip olmanın ya da bilgiye ulaşmanın peşinde koşarken biz, yaşamın bilgeliğini kaçırır olduk. Mutluluğun kriteri yüksek maaşlar, marka kıyafetler, sosyal paylaşım sitelerindeki arkadaş sayılarımız oldu. Herkes daha fazlasına sahip olmak için gece gündüz çalışıyor. Denize sıfır bir yazlık, daha yüksek model bir araba ve daha fazla beğenilmek için durmadan çabalıyor insanoğlu. Zengin ya da popüler olunca mutlu olacağımızı düşüyoruz. 10 tane eviniz olsa birinde oturabilir, 5 tane yazlığınız olsa birine gidebilir 20 tane arabanız olsa, aynı anda sadece birine binebilirsiniz aksini yapabilen varsa alnından öpeceğim. Ünlü düşünür Montaigne’nin dediği gibi ‘’Dünyanın en büyük tahtına dahi otursanız, oturduğunuz şey en nihayetinde kendi kıçınızdır’’. Materyalist bir yaşam tüm bedenimizi ve ruhumuzu ele geçirmiş durumda. Bir yıl boyunca deliler gibi çalışmamızda ki hedef her şey dahil bir otel. Tüm yaşamla ilgili beklentimiz müstakil bir ev, iyi marka bir araba, yüksek maaş getirisi olan bir iş. Hedeflerimiz bunların arasında sıkışıp kaldı. Özenti hayatlar yaşamaya başladık. ”Komşuda pişer bize de düşer” atasözü yerini komşu da var bende niye daha iyisi olmasına bıraktı . Bu hedeflere ulaşabilmek için hayat telaşesinde bir oradan bir buraya savrulup duruyoruz. Mutluluğu hep dışarıda, hep başkalarının hayatlarında aramak yerine kendi iç dünyamıza bakmayı denemiyoruz bir türlü. Gittikçe yalnızlaşıyoruz. Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız ve büyük olasılıkla hiç bir zaman bir araya gelmeyeceğimiz insanlarla sohbet edip mutlu olmaya çalışırken, yanı başımızdakileri görmemezlikten geliyoruz Tuz, şeker istemek, sabah kahvesine davet etmek için çaldığımız komşu kapılarını şimdilerde sadece ya şikayet ya da başsağlığı taziyesi için çalar olduk. Hani nerede giderayak kapının önünde yaptığımız uzun ve bir türlü bitmek bilmeyen kapı sohbetleri, hani nerede düğün yapacak komşusunun telaşını paylaşanlar ,hani nerede komşusu açken tok uyuyamayanlar .Hepsi eskilerde kaldı ve bir zaman gelecek bunlar artık sadece hikaye ve kitaplarda yer alacak . Yakınlaştığımız şey ruhlar değil yalnızca bendenler. Herkes yaralarını saklıyor çünkü eskisi kadar güvenemiyoruz kimseye. Sanki derdimizi anlatınca zayıf görüneceğiz ve bu durumumuzdan yararlanacaklarmış gibi geliyor ki öyle de oluyor maalesef. Çünkü hiçbirimiz eski biz değiliz. Hayatı karmaşık yapan da biziz, belirsizleştiren bu nedenle de bir boşlukta savrulurken yalnızlaşıp mutsuz kalan da yine biziz. Hatırlar mısınız bundan önceki makalelerimden birinde size Maslow’un ‘’ihtiyaçlar hiyerarşisi’’nden bahsetmiştim. Sağlıklı insanın 4 temel ihtiyacı vardır; birinci basamakta yeme-içme ve cinsellik, ikinci basamakta barınma ve güvende olma, üçüncü basamakta sevme-sevilme, ait olma ve dördüncü basamakta toplum tarafından onaylanma-beğenilme ihtiyacı. Bakıldığında herkes bunlara sahip olmak için çabalıyor gibi görünse de ölçüyü kaçırınca sorunlar baş gösteriyor. Aşırı yemek takıntısı obeziteye, ev sahibi olma takıntısı yaşamı erteleyip işkolik olmaya, sevilme ihtiyacının saptırılması, ilişki bağımlılığına ya da çorap değiştirir gibi sevgili değiştirmeye, sosyal beğeni isteğinin abartılması bizi olmadığımız gibi biri olmaya sürüklüyor. Bir insan hayatının ortalama 75 yıl sürdüğünü düşünürsek ,16 sına kadar ergenlik ,16'sından 45 ‘ine kadar olgunluk ,45 sonrası yaşlılık bir bakıyorsunuz ömür dediğiniz şey gelip geçmiş. Eeee.. Ne var elinizde, neyi dolu dolu yaşadınız ,yada o bin bir zorluğuna katlandığınız hayat size ne gibi mucizeler sundu .Onlarca yıl birikim yaparak ,kredi ödeyerek ,dişinizi tırnağınıza katıp çalışarak aldığınız evin sefasını ne kadar sürdünüz .Son model arabanızı vergisini ödeyip deposunu doldurayım derken ne kadar kullanabildiniz. Kilometresi artmasın diye gitmek istediğiniz ama bir türlü güdemediğiniz birçok yerden feragat etmenize değdi mi? Ömrümüzün büyük bir kısmını hırslarımızla, geçmişin hayal kırıklıklarıyla, geleceğin kaygılarıyla harcamamak gerek. Dediğim gibi hayat 3 parça ve en işe yarar parçasını nasıl yaşayacağınızı iyi düşünmek gerek. Boşa geçen bir ömrün; orta yaş bunalımları, başkalarını suçlamalar ve pişmanlıklarla geçmesini istemiyorsak belki de oturup hayatımızı yeniden gözden geçirmenin tam zamanıdır. Mutsuzluk, hayatı değersiz görenlerin, onu güzelleştirmek için hiç bir şey yapmayanların ödemek zorunda olduğu ağır bir bedeldir. Mutluluk ise, Nathaniel Hawthorne'un söylediği gibi; "Kovaladığınızda yakalayamayacağımız fakat sessizce oturursanız üzerinize konabilecek bir kelebektir." KEZBAN SELÇUK
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sokeolay.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.